11 Ağustos 2015 Salı

Çeviri kuramı ne işe yarar?

Çevirmenler ve çevirmen adayları genel olarak kuram ve teori sözcüklerinden pek hoşlanmıyorlar. Garipsemiyorum, bir zamanlar bana da sevimsiz gelirdi. Şaşırmamak gerek çünkü yıllarca teorik eğitim gördük ve eminim herkes hayatının bir yerinde o teorileri, kimilerimiz buna kitabî bilgi de diyor, ne yapacağını sordu da bir cevap veren çıkmadı. Örneğin coğrafya dersinde nerede ne yetişir öğrenirken hep sormuşumdur, bunları neden öğreniyoruz diye. Cevap genellikle şuna benzer bir şeydi: Çünkü filanca sınavda çıkacak. Tamam, filanca sınavda çıkacak da sadece sınavı geçmek için mi öğreniyoruz bunları? Daha ulvi, daha makro bir amaç sıkışmış olabilir mi bir yerlere?

Hayatımızda belki de hiç görmeyeceğimiz madenlerin nereden çıktığını, nerede hangi tarım ürünün yetiştiğini, hangi savaşın hangi tarihte yapıldığını, nedenlerini ve sonuçlarını öğrendik ya da ezberledik, sınavda lazım olur diye. Özetle beynimizde yer eden bilgilerin çoğu teoride kaldı. Teorileri neden öğrendiğimizi ise kimse çıkıp açıklamadı. Bir de teori genelde öyle ezberlenip geçilen bir şey oldu bizim hayatımızda ve bilinçaltımız haklı olarak teori denildiğinde kalkanlarını kuşandı ve mümkün olduğunca teoriden kaçmaya koşulladı bizi. Peki, bu kadar kötü bir şey mi teorik bilgi?

Haklı olarak soracaksınız, nerden çıktı şimdi bu soru. Bu sıcak yaz gününde çok mu aradın bu soruyu? Haberi olmayanlar için arka plan bilgisi olarak yazıyorum, yakın geçmişte yardımcı doçent oldum. Önümüzdeki dönem İ.Ü. Çeviribilim bölümünde Çeviribilime Giriş dersini vereceğim ve öğrencilerin bir kısmının-hatta büyükçe bir kısmının- dersime güle oynaya geleceğini sanmıyorum J Teoriyle ilgili önyargılarını da ceplerine koyup gelecekler. Ortada bir önyargı varken öğrencilerin derse pozitif enerjileri ile katılacaklarını zannetmiyorum. Yani anlayacağınız işim zor. Nereden başlasam, ne söylesem de arkadaşların teoriye karşı sempati duymalarını olmasa da biraz daha nötr bakmalarını sağlasam derken aklıma bir anım geldi ve buradan paylaşmak istedim.

Lise iki ve üçüncü sınıflarımı (o zamanlar üniversite sınavı ÖSS-YDS ikilisinden oluşuyordu) üniversite sınavına hazırlık odaklı geçirdim. Benim için çoktan seçmeli sınavlardaki çeviri sorularını çözmek inanılmaz eğlenceli bir şeydi ve galiba o sorularda hiç yanlış yapmadım. Cankurtaran sorulardı onlar, hatta keşke sınavın tamamı o sorulardan oluşsaydı. Bulmaca çözmek gibiydi onları cevaplamak. Derslerde ufak çaplı yazılı çeviriler de yapıyorduk. İngilizcem görece iyiydi, öğretmenler de destekliyordu beni. Çeviriye karşı bir ilgi oluştu bende. Derken ya ikinci sınıfta ya da üçüncü sınıfta çok sevdiğim hocam Uğur Karakoç ben dahil birkaç kişiye küçük çaplı bir iş teklif etti. Araştırma yapan bir öğrencinin tarihle ilgili bir metninin Türkçe’ye çevrilmesi gerekiyordu ve biz yapar mıydık? Uğur Hoca herkese 3-4 sayfa verecekti, biz de çevirecektik. Üstelik ücret karşılığı yapacaktık bunu. Hayatımın ilk profesyonel çeviri işini hemen kabul ettim. Metin benim için zor olmasına zordu ama bir şekilde altından kalkacaktım. Tabii bunu yapmadan önce çevirinin ne olduğunu bilip bilmediğimi sorguladığımı hiç sanmıyorum. Hop diye attım kendimi işin içine ve itiraf etmek zorundayım, ortaya çıkan şey “çeviri” kabul edebileceğiniz bir metin değildi. Hatta metin bile değildi J

Çeviri sürecimi şöyle özetleyebilirim: Sözcüğü sözcüğüne çevirmeye çalıştım, metne sadakat çok önemliydi. Tüm çabam bir şeyleri değiştirmeden, bozmadan çeviriyi tamamlamaktı. Metni anlayarak mı çevirdim? Hiç sanmıyorum, çünkü o zamanlar bana göre buna gerek de yoktu. O yüzden araştırma falan da yapmadım. Sadece anlamını bilmediğim sözcüklerin anlamlarını yaklaşık üç parmak kalınlığındaki (o zamanlar benim için büyükçe bir sözlüktü) İngilizce-Türkçe bir genel sözlükten bulmaya çalıştım. Bulamadığımda ne yaptım dersiniz? Tabii ki o sözcüklerin geçtiği yerleri boş bırakıp parantez içinde İngilizce sözcüğü yazdım. Tabii bu işlemleri kalem kağıtla yapıyorum, çünkü o zamanlar herkesin evinde bilgisayar yok, bizim evde de yok. Daktilo? Onu sadece annemin emekliye ayrılmadan önce çalıştığı yerde görmüştüm, o kadar. “Sözde çeviri”mi bitirdim, teslim ettim, Uğur Hocam “Eline sağlık” dedi (bu geribildirimi sonra birkaç çeviri işinde daha aldım, ama pek sık duyduğumu söyleyemem J) ve bir süre sonra ödemeyi de aldım. Aldığım para benim için o kadar kıymetliydi ki nasıl harcayacağımı bilemedim.

Şimdi bugünden o güne baktığımda görüyorum ki ne benim ortaya çıkardığım şey çeviriymiş, ne de ben çevirinin ne olduğunu biliyormuşum. Birkaç yıl sonra öğrendim ki çeviri insanların daha kolay iletişim kurması için yapılırmış. Çevirmen sorumluluk alan kişiymiş. Benim yaptığım çeviriyi okuyan araştırmacı, İngilizce metinde ne yazdığını şöyle böyle anlamıştır belki ama amaç bu değildi ki. Ayrıca gerçek hayatta bu sözcüklerin Türkçe’sini bulamadım, öyle bıraktım diyemez ki çevirmen. Bir şekilde bir çözüm bulmak zorundadır, bu sorumluluk çevirmenindir. Diğer taraftan metni anlamadan çevirmem ise tam cehalet J Çeviri işini alırken hocaya hiç sormamıştım bile “Hocam biz bu çeviriyi ne için yapıyoruz? Bir yerde mi yayınlanacak yoksa okunup rafa mı kaldırılacak?” Ve daha sormam gereken ama sormadığım, sormasam bile üstüne düşünmediğim bir sürü soru…

Şimdi çeviri yaparken buna benzer soruların hepsini bana işi veren kişiye (işverene) sormasam bile üzerine düşünüyorum. Bu soruların bir kısmının cevaplarını işveren siz sormadan, daha işi yapar mısın diye sorarken veriyor, bir kısmını işin kendisinden alıyorsunuz (ama bu bir miktar deneyim gerektiriyor), bir kısmını da siz soruyorsunuz onlar cevaplıyor ya da cevaplamıyor. Ama neticede olan şu, siz bir çeviri işini kabul ettiğiniz anda işverenle yazılı olsun olmasın, açıkça ya da örtülü olarak bir sözleşme yapmış oluyorsunuz. Bu sözleşmeye göre siz bu metni kullanacak olan kişinin beklentilerini yerine getirecek bir metin ortaya koymanın sözünü veriyorsunuz. Yani lise yıllarımda zannettiğim gibi sözcüklerin diğer dildeki karşılıklarını bulup (hatta bulamayıp J) bir araya getirmekle çeviri yapmış olmuyorsunuz. Peki, bunları nereden öğrendim? Bunları bana çeviri kuramları/teorileri söyledi. Bana çevirinin nasıl bir şey olduğunu, çeviri yapma şeklime nelerin etki edeceğini, ne gibi kısıtlamaların çeviri sürecimi nasıl etkileyeceğini ve daha fazlasını onlar açıkladı. Ama burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var ve es geçildiğinde kuramları öğrenci için anlamsız hale getirdiğine ben de katılıyorum, o da kuram-uygulama ya da teori-pratik ilişkisi. Yani bu kuramlar bize bir şeyler söyleyecek. Peki, bu kuramların gerçek hayatla/pratikle nasıl bir ilişkisi var? Öğrencilerin bu bağlantıları kafalarında iyi kurmalarına yardım etmek çok önemli. Bunun yolları üzerine düşünmeye, araştırma yapmaya ve öğrencilere somut çeviri örnekleri sunmaya dikkat etmek gerek. Önümüzdeki dönem vereceğim derste bunu elimden geldiğince başarmaya çalışacağım. Hadi bakalım, hayırlısı! Bana şans dileyin!


Not: Bu yazıyı okuyan sevgili Çeviribilime Giriş öğrencisi umarım biraz olsun önyargını kırabilmişimdir. Unutma ben de bir vakit bu sıralardan geçtim ve yaşadıklarına, düşündüklerine çok da yabancı değilim.