Çevirmenler ve
çevirmen adayları genel olarak kuram ve teori sözcüklerinden pek hoşlanmıyorlar.
Garipsemiyorum, bir zamanlar bana da sevimsiz gelirdi. Şaşırmamak gerek çünkü yıllarca teorik eğitim gördük ve eminim herkes hayatının bir yerinde o
teorileri, kimilerimiz buna kitabî bilgi de diyor, ne yapacağını sordu da bir
cevap veren çıkmadı. Örneğin coğrafya dersinde nerede ne yetişir öğrenirken hep
sormuşumdur, bunları neden öğreniyoruz diye. Cevap genellikle şuna benzer bir
şeydi: Çünkü filanca sınavda çıkacak. Tamam, filanca sınavda çıkacak da sadece
sınavı geçmek için mi öğreniyoruz bunları? Daha ulvi, daha makro bir amaç
sıkışmış olabilir mi bir yerlere?
Hayatımızda belki de hiç görmeyeceğimiz madenlerin nereden çıktığını, nerede hangi tarım ürünün yetiştiğini, hangi savaşın hangi tarihte yapıldığını, nedenlerini ve sonuçlarını öğrendik ya da
ezberledik, sınavda lazım olur diye. Özetle beynimizde yer eden bilgilerin çoğu
teoride kaldı. Teorileri neden öğrendiğimizi ise kimse çıkıp açıklamadı. Bir de
teori genelde öyle ezberlenip geçilen bir şey oldu bizim hayatımızda ve
bilinçaltımız haklı olarak teori denildiğinde kalkanlarını kuşandı ve mümkün
olduğunca teoriden kaçmaya koşulladı bizi. Peki, bu kadar kötü bir şey mi
teorik bilgi?
Haklı olarak
soracaksınız, nerden çıktı şimdi bu soru. Bu sıcak yaz gününde çok mu aradın bu
soruyu? Haberi olmayanlar için arka plan bilgisi olarak yazıyorum, yakın
geçmişte yardımcı doçent oldum. Önümüzdeki dönem İ.Ü. Çeviribilim bölümünde Çeviribilime
Giriş dersini vereceğim ve öğrencilerin bir kısmının-hatta büyükçe bir
kısmının- dersime güle oynaya geleceğini sanmıyorum J Teoriyle
ilgili önyargılarını da ceplerine koyup gelecekler. Ortada bir önyargı varken
öğrencilerin derse pozitif enerjileri ile katılacaklarını zannetmiyorum. Yani
anlayacağınız işim zor. Nereden başlasam, ne söylesem de arkadaşların teoriye
karşı sempati duymalarını olmasa da biraz daha nötr bakmalarını sağlasam derken
aklıma bir anım geldi ve buradan paylaşmak istedim.
Lise iki ve üçüncü
sınıflarımı (o zamanlar üniversite sınavı ÖSS-YDS ikilisinden oluşuyordu)
üniversite sınavına hazırlık odaklı geçirdim. Benim için çoktan seçmeli
sınavlardaki çeviri sorularını çözmek inanılmaz eğlenceli bir şeydi ve galiba o
sorularda hiç yanlış yapmadım. Cankurtaran sorulardı onlar, hatta keşke sınavın
tamamı o sorulardan oluşsaydı. Bulmaca çözmek gibiydi onları cevaplamak.
Derslerde ufak çaplı yazılı çeviriler de yapıyorduk. İngilizcem görece iyiydi,
öğretmenler de destekliyordu beni. Çeviriye karşı bir ilgi oluştu bende. Derken
ya ikinci sınıfta ya da üçüncü sınıfta çok sevdiğim hocam Uğur Karakoç ben
dahil birkaç kişiye küçük çaplı bir iş teklif etti. Araştırma yapan bir
öğrencinin tarihle ilgili bir metninin Türkçe’ye çevrilmesi gerekiyordu ve biz
yapar mıydık? Uğur Hoca herkese 3-4 sayfa verecekti, biz de çevirecektik.
Üstelik ücret karşılığı yapacaktık bunu. Hayatımın ilk profesyonel çeviri işini
hemen kabul ettim. Metin benim için zor olmasına zordu ama bir şekilde altından
kalkacaktım. Tabii bunu yapmadan önce çevirinin ne olduğunu bilip bilmediğimi
sorguladığımı hiç sanmıyorum. Hop diye attım kendimi işin içine ve itiraf etmek
zorundayım, ortaya çıkan şey “çeviri” kabul edebileceğiniz bir metin değildi. Hatta
metin bile değildi J
Çeviri sürecimi
şöyle özetleyebilirim: Sözcüğü sözcüğüne çevirmeye çalıştım, metne sadakat çok
önemliydi. Tüm çabam bir şeyleri değiştirmeden, bozmadan çeviriyi tamamlamaktı.
Metni anlayarak mı çevirdim? Hiç sanmıyorum, çünkü o zamanlar bana göre buna
gerek de yoktu. O yüzden araştırma falan da yapmadım. Sadece anlamını
bilmediğim sözcüklerin anlamlarını yaklaşık üç parmak kalınlığındaki (o
zamanlar benim için büyükçe bir sözlüktü) İngilizce-Türkçe bir genel sözlükten
bulmaya çalıştım. Bulamadığımda ne yaptım dersiniz? Tabii ki o sözcüklerin
geçtiği yerleri boş bırakıp parantez içinde İngilizce sözcüğü yazdım. Tabii bu
işlemleri kalem kağıtla yapıyorum, çünkü o zamanlar herkesin evinde bilgisayar
yok, bizim evde de yok. Daktilo? Onu sadece annemin emekliye ayrılmadan önce
çalıştığı yerde görmüştüm, o kadar. “Sözde çeviri”mi bitirdim, teslim ettim,
Uğur Hocam “Eline sağlık” dedi (bu geribildirimi sonra birkaç çeviri işinde
daha aldım, ama pek sık duyduğumu söyleyemem J) ve bir
süre sonra ödemeyi de aldım. Aldığım para benim için o kadar kıymetliydi ki
nasıl harcayacağımı bilemedim.
Şimdi bugünden o
güne baktığımda görüyorum ki ne benim ortaya çıkardığım şey çeviriymiş, ne de
ben çevirinin ne olduğunu biliyormuşum. Birkaç yıl sonra öğrendim ki çeviri
insanların daha kolay iletişim kurması için yapılırmış. Çevirmen sorumluluk
alan kişiymiş. Benim yaptığım çeviriyi okuyan araştırmacı, İngilizce metinde ne
yazdığını şöyle böyle anlamıştır belki ama amaç bu değildi ki. Ayrıca gerçek
hayatta bu sözcüklerin Türkçe’sini bulamadım, öyle bıraktım diyemez ki
çevirmen. Bir şekilde bir çözüm bulmak zorundadır, bu sorumluluk çevirmenindir.
Diğer taraftan metni anlamadan çevirmem ise tam cehalet J Çeviri
işini alırken hocaya hiç sormamıştım bile “Hocam biz bu çeviriyi ne için
yapıyoruz? Bir yerde mi yayınlanacak yoksa okunup rafa mı kaldırılacak?” Ve
daha sormam gereken ama sormadığım, sormasam bile üstüne düşünmediğim bir sürü
soru…
Şimdi çeviri
yaparken buna benzer soruların hepsini bana işi veren kişiye (işverene)
sormasam bile üzerine düşünüyorum. Bu soruların bir kısmının cevaplarını
işveren siz sormadan, daha işi yapar mısın diye sorarken veriyor, bir kısmını
işin kendisinden alıyorsunuz (ama bu bir miktar deneyim gerektiriyor), bir
kısmını da siz soruyorsunuz onlar cevaplıyor ya da cevaplamıyor. Ama neticede
olan şu, siz bir çeviri işini kabul ettiğiniz anda işverenle yazılı olsun
olmasın, açıkça ya da örtülü olarak bir sözleşme yapmış oluyorsunuz. Bu
sözleşmeye göre siz bu metni kullanacak olan kişinin beklentilerini yerine
getirecek bir metin ortaya koymanın sözünü veriyorsunuz. Yani lise yıllarımda
zannettiğim gibi sözcüklerin diğer dildeki karşılıklarını bulup (hatta
bulamayıp J) bir araya getirmekle çeviri yapmış olmuyorsunuz. Peki, bunları
nereden öğrendim? Bunları bana çeviri kuramları/teorileri söyledi. Bana
çevirinin nasıl bir şey olduğunu, çeviri yapma şeklime nelerin etki edeceğini,
ne gibi kısıtlamaların çeviri sürecimi nasıl etkileyeceğini ve daha fazlasını
onlar açıkladı. Ama burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var ve
es geçildiğinde kuramları öğrenci için anlamsız hale getirdiğine ben de
katılıyorum, o da kuram-uygulama ya da teori-pratik ilişkisi. Yani bu kuramlar
bize bir şeyler söyleyecek. Peki, bu kuramların gerçek hayatla/pratikle nasıl
bir ilişkisi var? Öğrencilerin bu bağlantıları kafalarında iyi kurmalarına
yardım etmek çok önemli. Bunun yolları üzerine düşünmeye, araştırma yapmaya ve
öğrencilere somut çeviri örnekleri sunmaya dikkat etmek gerek. Önümüzdeki dönem
vereceğim derste bunu elimden geldiğince başarmaya çalışacağım. Hadi bakalım, hayırlısı! Bana şans dileyin!
Not: Bu yazıyı
okuyan sevgili Çeviribilime Giriş öğrencisi umarım biraz olsun önyargını
kırabilmişimdir. Unutma ben de bir vakit bu sıralardan geçtim ve yaşadıklarına,
düşündüklerine çok da yabancı değilim.