18 Aralık 2015 Cuma

Çeviri Sektöründe Çalışırsak Mutlu Olabilir Miyiz?

Birkaç gün önce Yasemin Soysal’ın Tek Suçlu Beyniniz adlı kitabını bitirdim. Soysal’ın beni en çok etkileyen saptamalarından biri, olumsuz inançlarımızın ve olumsuz telkinlerin hayatımıza yön vermemizde önemli ölçüde belirleyici olduğuydu. Kitabın 115’inci sayfasında şu soruları yöneltiyor okuyucuya “Her şeyin zor olduğuna inandıysanız, gelecek olan kolay olabilir mi? Kolayı algılayabilir misiniz? Gelse bile hemen kabul edebilir misiniz? Neden bu kadar kolay oldu demez misiniz?” Ve hemen ardından ekliyor: “İnanç sistemleriniz hayatınızın gerçeği olabilecek kadar güçlü yapılardır. İnandığınız durum karşısında, beyniniz harekete geçer.”
Farkında olmadan hayatımızı zorlaştırıyor olabilir miyiz? Öğrencilerimle, özellikle dördüncü sınıflarla derslerde ya da ders dışında iş hayatı ile ilgili ettiğim sohbetlerde zaman zaman gözlediğim bir durum var. Çevirmenlik okuyorlar, hepsi diyemem ama bir kısmı çeviri yapmaktan keyif alıyor, kendini başarılı da buluyor. Belki yollarına çeviriyle devam etmek de istiyorlar ama kafalarına takılan ve onlara göre çok büyük bir sorun gibi görünen bir duyum ya da gözlem var:  “Çeviri sektöründe çalışırsak mutlu olamayız.”
Soysal’ın söylediklerinden yola çıkacak olursak, bu durumda mutlu olmak pek de mümkün görünmüyor. Mutsuz olacağına inanan bünyenin mutluluk gelip kendisini bulacak olsa bile mutluluğu algılaması zor sanki. Çünkü beyin zaten kendisini mutsuz olacağına koşullamış durumda.
Yıllar çabuk geçiyor. Bundan on yıl kadar önce akademisyenliğe ilk adım attığımda beni çok seven bir teyze anneme benimle ilgili bir kaygısını dile getirmiş gözünün kenarından aktı akacak bir damla yaşla: “Hocalar asistanlara çanta taşıtıyorlarmış, çay-kahve yaptırıyorlarmış”. Annem bana bunu söylediğinde ne desem bilemedim. Evet mi desem, hayır mı desem, evet ama hayır mı desem? Evet, çay-kahve yaptım ve birlikte içtik, ders çalıştık, toplantı yaptık, sohbet ettik. Evet, bir-iki defa ısrarla ikna ederek elleri kitap-defter dolu hocamın bilgisayar çantasını taşıdım da. Hatta öğrencilerim de benim çantamı taşıdı. Çünkü aynı amaç için birlikte çalışmak ve dayanışmak böyle bir şey olsa gerek. Bu iki durumu mercek altına aldığınızda iki açıdan bakmak mümkün: “Hoca bana çay yaptırdı, bu benim görev tanımımda yok, enerjimi kötüye kullanıyorlar” ya da “Ah ne güzel, çay içip keyifle çalışıyoruz.” Ha bu arada unutmadan ben de hocalarımın çayını, kahvesini çok içtim. Hepimizin eline sağlık olsun. Kafanızdaki olumsuz inanç “Hocalar asistanları sömürür” şeklindeyse, size söylenen her lafın, her davranışın altında bir sömürü arayacak ve bir şekilde bulacaksınız da.
Çeviri sektöründe çalışsak mı çalışmasak mı konusuna dönersek bence olumsuz inançları ve olumsuz telkinleri bir kenara bırakmak ve kendi iç sesimizi dinlemekte fayda var. Farklı metinler görmek, farklı kişilerle farklı projelerde ortak çalışmak, çevirinin farklı türlerini tecrübe etmek, farklı rollerle çevirmenlik yapmak, farklı alanların bilgisi ve diliyle tanışmak, farklı çeviri ve dil teknolojilerini kullanmak istiyorsak çeviri sektörüne hizmet etmek denemeye değer bir seçenek gibi görünüyor. Çeviri sektöründe çalışmış ve sektörü gözlemleyen biri olarak güvenilir işletmelerde çeviri deneyimi kazanmanın çok değerli olduğuna inanıyorum. Hemen aklınıza şu olumsuz inanç gelip yerleşebilir: “Güvenilir işletmeleri bulmak çok zor. Kimse bana yardım etmiyor.” Bunun yerine “Güvenilir işletmeleri nasıl bulabilirim?” sorusuyla kafayı meşgul etmek çözümün yarısı gibi görünüyor. Denemeden yargıda bulunmak yerine eyleme geçip çözüm üretmeye çabalamak hem kafanızdaki olumsuzluğu siliyor hem de çabalıyor olmak bence son derece motive edici.
Reklam olmasın diye adını yazmıyorum ama buradan ilk çalıştığım çeviri işletmesine kocaman bir selam gönderiyorum. İyi ki bana bu imkânı tanıdınız! Çeviri teknolojilerinden haberdar olmamı sağlayan hocalarım ve bu teknolojileri kullanmama imkân tanıyan çeviri işletmesi sayesinde çeviri teknolojileri konusunda gelişen merakım beni çeviribilim araştırmacılığına yöneltti.
Uzun lafın kısası, bence önemli olan ne istediğine karar vermek, olumsuz telkinlerin ve inançların farkına varıp onlardan olabildiğince uzaklaşmaya çalışmak ve denemekten korkmamak. Çünkü bizim tecrübemiz başkasının tecrübesiyle aynı olacak diye bir kural olmadığı gibi, aynı tecrübeleri algılayış biçimlerimiz de aynı değil. Denemek, yanılmak, başarısız olmak korkulası şeyler değil. Hep denildiği gibi, öğrenmenin yolu bazen de hata yapmaktır. Biz hata yapınca dünyanın sonu gelmiyor. Hayat bir öğrenme yolculuğu olduğuna göre, denemeye devam.

Anneme not: Anne bu satırları okuyorsan, benim için üzülmesin o teyze, çantalar ağır değildi. :)