20 Aralık 2016 Salı

Because you need to give back...

Geçtiğimiz hafta sektörde giderek yaygınlaşan bir çeviri programı üzerine eğitim semineri yaptık. Programın adı MemoQ ama bu yazının odağı MemoQ değil, belki ileride yazacağım bir yazının konusu olur. Eğitimi geçen seneki mezunlarımızdan Akif Can Taşkent verdi. Akif, Link Translations Türkiye’de proje yöneticiliği yapıyor. Aynı zamanda çeviri teknolojileriyle yakından ilgili bir teknik çevirmen. En önemli özelliklerinden biri ise öğrenmeye ve öğrendiklerini paylaşmaya oldukça istekli bir yaşam boyu öğrenci olması.

Geçen sene güz döneminde Akif'e böyle bir eğitim semineri yapmayı teklif etmiştim ama araya giren sınav dönemi, mekân bulma sıkıntısı derken önce eğitimi bahara ertelemedik sonra da fikir aklımızdan uçtu gitti. Kısmet bu seneyeymiş anlaşılan çünkü teklif bu sefer Akif’ten geldi. Hiç ertelemeden hazırlıklara giriştik. On iki kişilik bir dinleyici grubuyla 15 Aralık’ta eğitimimizi gerçekleştik. Gayet de verimli geçti. Katılan öğrencilerin ilgisi memnun ediciydi. Tamamı son ana kadar kalıp dinlediler. Aslında daha erken saatlerde ve daha konforlu bir ortamda yapabilsek bu tür eğitimlere katılım çok daha yüksek olacak. Ancak devlet üniversitelerinin sınırlı olanaklarıyla bu kadarını yapabiliyoruz ve bu da bir şey! Boş durmuyoruz!

Akif’in yanı sıra bugüne kadar başka mezunlarımız da oldu bölümümüze katkıda bulunan. Hızlıca aklıma gelen birkaç isim Merve Göden ve Hasan Alkan. Onlar da çalışma hayatında artırdıkları bilgi birikimlerini tekrar üniversiteye getirdiler.

Bunları düşünürken kendime sordum: Neden? Neden bir insan hiçbir ücret almadan işinden, özel hayatından vakit ayırıp eğitim vermeye gider ki? Galiba o sorunun cevabı şu: İnsan her şeyi para için yapmıyor. Bir kere bilgimizi paylaşmayı seviyoruz. Bu, insana tarifi güç bir huzur, bir rahatlama veriyor bence. Aldığınızı geri vermenin, biriktirdiklerinizi paylaşmanın verdiği huzur gibi. Yol göstermeyi seviyorsanız, sizden sonrakilerin sizin geçtiğiniz yollardan daha kolay geçmesini ya da en azından sizin uğraştığınız güçlüklerle uğraşmamasını istiyorsanız. Onlar sizden daha başarılı olsun, daha iyi olsun istiyorsanız ve olabileceklerinize de inancınız varsa. Ve hala umudunuz varsa, dünyanın daha iyi bir yer olabileceğine dair…


Biraz hızlı bir kapanış olacak belki ama buyurunuz efendim, kapımız her zaman açık. Bugünkü başarınıza katkıda bulunan kurumlar varsa onları hatırlayın ve geri dönün. Bu sefer öğrenmek için değil, öğretmek için... Birbirimize ihtiyacımız var, hele ki bu zor günlerde. Buyurun gelin, paylaşalım, dayanışalım, huzur bulalım. Belki o paylaşımlardan yeni fikirler, yeni projeler de çıkar. 

Not: Aşağıda eğitimden birkaç fotoğraf paylaşıyorum. 



23 Ekim 2016 Pazar

Hedef Dile Yabancılaşma?

Bugünlerde Geoffrey Samuelsson-Brown’un A Practical Guide for Translators adlı kitabını yeniden okuyorum. Bu sefer baştan sona atlamadan okuyacağım inşallah. Daha önceki okumalarımda belirli bir bölüme odaklanıp diğer bölümleri şöyle bir taramıştım. Hal böyle olunca hiç okumadığım kısımlar oldu.

Kitapta çevirmenliğe dair çok faydalı pratik bilgiler var. Çevirmen olmayı düşünen adaylara ve mesleğine bir de başkasının gözünden bakıp yaptığı işe dair farkındalığını artırmak isteyenlere tavsiye ederim. 2004’ten bu yana profesyonel anlamda çevirmenlik yapıyorum, 13 sene olmuş. Samuelsson-Brown’un yazdıklarını okurken bazen şöyle diyorum: “Aaa bak ben hiç böyle düşünmemiştim.” Çok defa da şöyle: “Aaa bak benim gibi düşünen başkaları da var, yalnız değilim.” Hatta sizin düşünüp de söylemediğiniz, söyleme fırsatı bulamadığınız şeyleri birinin kitaba dökmüş olması içinizi rahatlatıyor.

Bu sabah, pazar sabahı sessizliğini fırsat bilip kitabın bir bölümünü daha okudum ve bir kavram çok ilgimi çekti: “target language deprivation”. İnternette hızlı bir arama yaptığımda terimin kitabın dışında iki web sayfasında daha geçtiğini gördüm. Yani terimin yaygın kullanıldığını söyleyemeyiz. Hatta web sayfalarından birindeki kullanımın 2004 yılına ait olduğunu, diğer web sayfasının oluşturulma tarihinin ise 2007 sonrası olduğunu dikkate alacak olursak terimin atasının Samuelsson-Brown olduğunu iddia edebiliriz. Gerek Samuelsson-Brown’un kitabından gerekse bahsi geçen web sayfalarından anladığım şu: Yabancı bir ülkede uzun süre yaşadığınızda o ülkenin diline ve kültürüne kendinizi o kadar kaptırırsınız ki adeta bir yerli gibi düşünmeye ve konuşmaya başlarsınız. Sonuçta çeviri yaptığınız dil yani hedef diliniz (bu çoğu durumda ana dilinizdir) ile yabancı yani kaynak diliniz arasındaki sınır bulanıklaşmaya başlar ve bu durum çevirilerinize de yansır. Anladıklarım bana Amerika’daki Türk arkadaşlarımın yattığı yol tariflerini hatırlattı. Arkadaşlarımdan “Exit 10’u al” ifadesini ilk duyduğumda önce şaşırmış sonra da komik bulmuştum. Böyle demelerinin nedeni içinde yaşadıkları kültürün bireylerinden sıklıkla “Take Exit …” şeklinde ifadeler duyuyor olmaları ve bunu Türkçe ifade etmek istediklerinde de Amerikalıların kullandığı dil yapısının etkisi altında kalmaları. Bu gibi yapıları bazen o kadar benimsersiniz ki ana dilinizin konuşulduğu ülkeye döndüğünüzde dahi o yapıları farkında olmadan kullanmaya devam edebilirsiniz.

Gündelik hayatta konuşurken bu gibi durumların olması normal. Sonuçta insanın amacı pratik ve etkili bir şekilde mesajını karşıya iletmek. Eğer taraflar arasında iletişim adına her şey yolundaysa bir sorun yok. Zaten karşınızdakinin anlamayacağını düşünseniz başka türlü ifade edersiniz. Ancak söz konusu çeviri olunca dili kendi kurallarına göre kullanmak durumundasınız. Yani İngilizce dilbilgisi kurallarıyla Türkçe çeviri yaptığınızda kaliteli bir Türkçe çeviri ortaya koymuş olmuyorsunuz denebilir. Belki belli durumlarda bu çok sorun olmayabilir. Ama örneğin İnternet’te yayınlanacak bir metinde bunu yaparsanız sıkıntılı.

Uzun lafın kısası ana dilinizden, ana dilinizin konuşulduğu ülkeden uzun süre uzak kaldığınızda böyle bir sorun yaşamak olası. Türkçe’de bu terime ne diyebiliriz diye düşünürken aklıma ana diline yabancılaşma terimi geldi ama şunu da düşündüm ya hedef diliniz ana diliniz değilse? Acaba terimin kapsamını daraltmamak için hedef dile yabancılaşma diye mi kullanılmalı? Birlikte düşünmek isterseniz yorum yazabilirsiniz. İyi pazarlar!

24 Haziran 2016 Cuma

Çeviri dediğin nedir ki? Altı üstü birinin yazdıklarını bir başka dilde taklit etmek…

Öyle mi acaba gerçekten? Ya da bu kadar insan çevirmenliği sırf kolay yapılan ve karşılığında yüklü paralar kazanılan bir meslek olduğu için mi yapıyor? Yoldan geçen bir vatandaşa sorsak çevirmen olmak ne demek? Ya da durun soruyu biraz daha basitleştirelim tercüman olmak ne demek diye sorsak? Çünkü çevirmen sözcüğü hala toplumda genel kabul görmedi, hala yazılı tercümeler ve yazılı tercümanlar var hayatımızda ve mütercimle tercümanın ayrımını bilmiyoruz, hatta çeviri ve çevirmen sözcüklerini belki hiç duymadık bile. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama kısa sürece önce katıldığım bir akademik toplantıda çalıştığım bilim dalının adını söylediğimde, çeviribilimi çevre bilimi olarak anlamaları ya da çeviribilim diye bir bilim dalının varlığından ilk kez haberdar olmaları bırakın toplumu, akademik dünyada dahi çevirmen, tercüman, mütercim, çeviribilim gibi kavramların çok da bilinmediğine işaret ediyor.

Tekrar asıl konuya dönecek olursam, çevirmenlik hiç de sanıldığı kadar kolay bir meslek değil. Çeviriyi yaptıranı/talep edeni memnun etmek o kadar kolay bir iş değil. Bunun pek çok nedeni var. Bir kere genel olarak çeviri yaptırmayı sevmiyoruz. Gerek bilimsel çalışmalarda gerekse çeviri sektörünün yayınlarında sıkça karşımıza çıkan bir tespit var. Çeviri, çeviriyi talep eden/çeviriye para ödeyen pek çok kimse için bir baş ağrısı. Çeviri adeta sırttan atılması gereken bir yük olarak görülüyor. Ayrıca çevirmenden ve çeviriden çok şey bekliyoruz. İstiyoruz ki çevirmen sadece çeviri yapmasın, yaptığı işe katma değer katsın, “çeviriden öte bir iş” çıkarsın, hatta biraz abartacağım burada dikkatinizi çekmek için, mümkünse kuş kondursun. Kimi zamanda nasıl bir şey istediğimizi de bilmiyor, ifade edemiyor ya da ifade etmekle uğraşmıyoruz. Gerek de yok diye düşünüyoruz. Ne beklenebilir ki, elbette çevirinin çok kaliteli olmasını bekliyoruz.

Kalite… Zaten çevirmenlerin, çeviri işindeki aracıların, çeviriye para ödeyenlerin yani müşterilerin başını ağrıtan en büyük sorunlardan biri bu kalite sorunu. Edebiyat çevirisi uzmanlık alanım olmadığı için bir şey söyleyemeyeceğim ama konu teknik çeviri olduğunda çevirinin sanat mı yoksa zanaat mı olduğunu artık sorgulamıyoruz galiba. Teknik çeviri endüstriyel bir üretim olarak görülüyor. Bu şekilde kategorize edildiği zaman da müşteri diğer endüstriyel üretim kollarındaki duruma benzer bir durum hayal ediyor. Oysa çeviri diğer endüstriyel üretim kollarından pek çok açıdan farklılık gösteriyor. Örneğin bir çevirmen ve çeviribilim araştırmacısı olarak diyebilirim ki çeviride ham madde bizim kontrolümüz altında değil ve bu çoğunlukla ciddi bir sıkıntı. Müşteri kaliteli çeviri bekliyor ve kaliteli üretim yaptığına inandığı bir çevirmene/çeviri şirketine belirli bir kaynak metin yani ham madde gönderiyor. Bir üretim süreci neticesinde ortaya çıkan ürünün kalitesi üretim sürecinin kalitesi kadar hatta belki daha da fazla oranda ham maddeye bağlıdır. Ancak ne yazık ki çeviride ham maddenin kalitesi fazla konuşulan, tartışılan bir konu olmadı bugüne kadar. Sosyal medya gruplarında çevirmenler bu konuda yazıyorlar, şikayet ediyorlar. Ama bunlar müşteriye ne kadar ulaşıyor acaba? Müşterilerin var olduğu ortamlarda bu konu tartışılıyor mu?

Daha bu sabah genç bir meslektaşımdan dinledim. Yaklaşık yüz altmış sözcüklük bir iş almış. “Kaynak metin anlaşılmıyor” dedi. Dedim ki, “Tam da bugünlerde bu konu üzerine düşünüyor ve bir şeyler yazmayı düşünüyordum, ne güzel denk geldi”. Meslektaşımdan hiç şüphesiz kaliteli bir çeviri üretmesi bekleniyor. Hatta müşteri “tercümenin” “çok özenli” olmasını çünkü bu çevirinin çok önemli olduğunu ifade ediyor. Şimdi burada bir es verip düşünmemiz gerekiyor. Kaynak metin anlaşılmıyor ne demek? Bir çevirmen kaynak metni anlamakta zorluk çekerse ne olur? Kaynak metni anlayamamak çevirmenden kaynaklanan bir sorun mudur? Yani çevirmen mi yetersizdir? İlk soruyla başlayacak olursak yazdığınız bir metin sizin dışınızda bir kimse tarafından okunduğunda anlaşılmıyorsa o metnin kalitesinde bir eksiklik var demektir ve eğer böyle bir metni bu haliyle çevirmene gönderirseniz iki olası sonuçtan birini yaşayabilirsiniz: 1-Çevirmen metni anlayabilmek için size sorular sormak durumunda kalır ve istediğiniz gibi kaliteli bir çeviri üretmeye çalışır. Bu sizi hem yorar hem de size zaman kaybettirir. 2- Çevirmen metni kendi yorumladığı şekilde, belki doğru belki yanlış, çeviri yapar. Bu durumda beklentinize uygun bir çeviri ürünü çıkmama ihtimali yüksektir. Peki, böyle bir durumda genelde çevirmenin başına gelen nedir? Bir müşteri, beklentisini karşılamayan bir çeviri ile karşılaştığında verdiği ilk tepki çoğu zaman şöyledir: “Bu iş olmamış. Çevirmen yapamamış.”

Çevirmenin kaynak metni anlayamaması her zaman o metnin kalitesiz olduğuna işaret değildir. Kimi durumlarda çevirmenin çeşitli açılardan (dil bilgisi, konu bilgisi, kültür bilgisi gibi) yetersiz olması da metni anlayamamasına neden olabilir. Ancak kaynak metniniz kalitesizse en donanımlı çevirmene de gönderseniz beklentinizi karşılamayan bir çeviri ile karşılaşma ihtimaliniz var. Bu biraz da şuna benziyor: Kalitesiz bir kumaşı alıp usta bir terziye gidiyorsunuz ve diyorsunuz ki bu kumaştan bana şahane bir elbise yap. Terzi de ustalığının, deneyiminin verdiği güvenle size “Olmaz” diyor, neden olmayacağını açıklıyor ve kabulleniyorsunuz. Ama çevirmenler söz konusu olduğunda onlardan kuş kondurmalarını bekliyoruz ve kaynak metne dair olumsuz tespitler yapmalarına alan bile bırakmıyoruz. Peki, şimdi bu haksızlık değil mi?


Amaaan çeviri dediğin nedir ki altı üstü birinin yazdıklarını bir başka dilde taklit etmek diyoruz ya, işte gerçekte öyle olmuyor. Çeviri söz konusu olduğunda, biz kumaşı seçme lüksü olmayan terziden şahane bir elbise yapmasını istiyoruz bazen, olmayınca da yapamamışsın diyoruz. Halbuki ham madde kaliteli olsa bu sorunların hiçbiri yaşanmayacak belki de. Hadi gelin şu ağdalı, uzun, başı ucu nereye gittiği belli olmayan cümlelerden vazgeçelim. Hani onlarla yazıp konuşunca daha havalı, daha bilge göründüğümüzü düşüyoruz ya hep yalan, kim demişse kandırmış sizi. Çağ iletişim çağı, iletişemediğinizde bildiğiniz, kullandığınız o dil hiçbir işe yaramıyor. Bunu ilk ya da tek söyleyen değilim, şüphe yok ki son söyleyen de olmayacağım. 

24 Mart 2016 Perşembe

Eksik çeviri deyip geçmeyin!

Bir süre önce, uluslararası pazarda faaliyet gösteren bitkisel kozmetik üreticisi bir markanın kuru saçlı tüketiciler için ürettiği şampuanlarından birini aldım. Şampuan çok şey vaat ediyor. Bu vaatlerden biri de ürünün saçınızı yağlandırmadan, ağırlaştırmadan beslemesi ve nemlendirmesi. Bu giriş kozmetik blogundaki bir yazının girişi gibi oldu farkındayım ama söz veriyorum çeviriye bağlayacağım. Şampuanı bana tanıtan satış sorumlusuna ısrarla sormuştum. Saçımın hızlı yağlanmasına, ağırlaşmasına neden olmaz değil mi, diye. O da ısrarla böyle bir şey olmayacağı konusunda bana güvence vermişti. Fakat birkaç kez kullandıktan sonra ürünün tam da o istemediğim şeyi yaptığına şahit oldum ve bir süre ürünü kullanmayı bıraktım. Tabii bu esnada aklımdan geçenleri kadın okuyucularım tahmin edebilir: “Bu ürün de işe yaramadı. Satarken böyle dememiştiniz ama. Kaç kere de sordum üstelik. Bir daha bu markadan şampuan falan almam. Bu kaçıncı yahu!” Ürüne kusur buldum, satıcıya kızdım, markaya kızdım, hatta kendime de kızdım, kandım, güvendim diye. Neyse fazla uzatmayayım. Bugün ürünü yeniden denemek istedim. Belki bu sefer işe yarar, dedim. Bir-iki şampuan yaptım. Ürün yine köpürmüyor, yağlı bir doku bırakıyor. Ürünün etiketine bir kez daha bakmak aklıma geldi. Ürünü yanlış kullanıyor olabilirdim. Hatta içgüdüsel olarak ürünü çalkalamak istedim. Önce Türkçe etikete baktım, sonra bir de İngilizcesine bakmak aklıma geldi. Mesleki deformasyon galiba, ille de kaynak metne bakacağım J Aaa, bir de baktım İngilizce metinde “Shake well before use.” diyor. Hatta daha neler neler diyor. Ürünün paketi büyük ölçüde botanikmiş, geri dönüştürülebilirmiş ve daha neler. Türkçe etikete tekrar baktım, acaba benim gözümden kaçmış olabilir mi bu önemli detay diye. Hayır, Türkçe etikette böyle bir ifade yok. Şampuanı salladım ve yeniden denedim. Şampuan köpürdü ve saçımı duruladığımda o yağlı doku oluşmadı. Hatta şampuanı sevdim bile.

Tamam, mesele hayat memat meselesi değil. Eksik çeviri yapıldı diye kimsenin hayatı tehlikeye girmedi, kimsenin sağlığı bozulmadı. Fakat eksik çeviri tüketicinin markadan uzaklaşmasına yani tüketicinin tüketme eylemine etki edebilir. Nitekim benim örneğimde, İngilizce etikete bakmasam durum böyle olacaktı. Markaya olan güvenim sarsılacaktı ve bir daha o markadan şampuan falan almayacaktım.

Burada sorun nerede? Hemen çevirmene çuvaldızı batırsak mı? Çevirmen hatası deyip geçsek mi? Meseleyi çevirmen hatasına indirgemek yerine biraz daha etraflı bakmakta fayda var. Sonuç-odaklı ve yapıcı bir eleştirel bakışın sorunun çözümüne hizmet edeceğini düşünüyorum. Sorunu doğru tespit edersek sorunun çözümüne dönük de doğru bir adım atabiliriz. Neticede amacımız sorunu çözmek, öyle değil mi?

Bu örnekte şu soruları sormanın yararlı olacağına inanıyorum. 
1) Çeviri hangi metinden yapıldı? Ürünün üzerinde İngilizce bir etiket var ama kaynak metin o olmayabilir de. 
2) İngilizce etiket Türkçe etiketten görsel olarak çok daha uzun, neredeyse iki katı. Kaynak metinde yer alan hangi bilgilerin çevrilip hangilerinin çeviriye aktarılmayacağına kim karar veriyor?
3) Bu kararın işlevsel olup olmadığını sorguluyor mu?
4) Türkçe etiket hazırlanırken ortada bir kaynak metin olmayabilir ve metin ürünle ilgili bilgi sahibi bir kimse tarafından sıfırdan yazılmış olabilir mi?
5) Etiketin görsel biçimlendirmesinde görev alan kişiler etikete sığmadığı gerekçesiyle bu önemli cümleyi rastgele silmiş olabilirler mi? Ve daha pek çok soru sorabiliriz.

Uzun lafın kısası eksik çeviri deyip geçmemek gerek! Bazen o eksik çeviriler tüketicilerin üründen ya da markadan vazgeçmesine neden olabilir ya da onların güvenini tekrar kazanmak sandığımız kadar kolay olmayabilir. Bir de bakmışsınız sırf eksik çeviri yüzünden tüketicinizi rakip markaya kaptırmışsınız, hem de sizin ürününüz rakibinkinden çok daha kaliteli olduğu halde. Bu nedenle her çeviri türünde olduğu gibi bu çeviri türünde de profesyonel çeviri hizmeti verenlere veya işlevsel çeviri konusunda farkındalığı olan kişilere başvurmakta yarar görüyorum.