23 Ekim 2016 Pazar

Hedef Dile Yabancılaşma?

Bugünlerde Geoffrey Samuelsson-Brown’un A Practical Guide for Translators adlı kitabını yeniden okuyorum. Bu sefer baştan sona atlamadan okuyacağım inşallah. Daha önceki okumalarımda belirli bir bölüme odaklanıp diğer bölümleri şöyle bir taramıştım. Hal böyle olunca hiç okumadığım kısımlar oldu.

Kitapta çevirmenliğe dair çok faydalı pratik bilgiler var. Çevirmen olmayı düşünen adaylara ve mesleğine bir de başkasının gözünden bakıp yaptığı işe dair farkındalığını artırmak isteyenlere tavsiye ederim. 2004’ten bu yana profesyonel anlamda çevirmenlik yapıyorum, 13 sene olmuş. Samuelsson-Brown’un yazdıklarını okurken bazen şöyle diyorum: “Aaa bak ben hiç böyle düşünmemiştim.” Çok defa da şöyle: “Aaa bak benim gibi düşünen başkaları da var, yalnız değilim.” Hatta sizin düşünüp de söylemediğiniz, söyleme fırsatı bulamadığınız şeyleri birinin kitaba dökmüş olması içinizi rahatlatıyor.

Bu sabah, pazar sabahı sessizliğini fırsat bilip kitabın bir bölümünü daha okudum ve bir kavram çok ilgimi çekti: “target language deprivation”. İnternette hızlı bir arama yaptığımda terimin kitabın dışında iki web sayfasında daha geçtiğini gördüm. Yani terimin yaygın kullanıldığını söyleyemeyiz. Hatta web sayfalarından birindeki kullanımın 2004 yılına ait olduğunu, diğer web sayfasının oluşturulma tarihinin ise 2007 sonrası olduğunu dikkate alacak olursak terimin atasının Samuelsson-Brown olduğunu iddia edebiliriz. Gerek Samuelsson-Brown’un kitabından gerekse bahsi geçen web sayfalarından anladığım şu: Yabancı bir ülkede uzun süre yaşadığınızda o ülkenin diline ve kültürüne kendinizi o kadar kaptırırsınız ki adeta bir yerli gibi düşünmeye ve konuşmaya başlarsınız. Sonuçta çeviri yaptığınız dil yani hedef diliniz (bu çoğu durumda ana dilinizdir) ile yabancı yani kaynak diliniz arasındaki sınır bulanıklaşmaya başlar ve bu durum çevirilerinize de yansır. Anladıklarım bana Amerika’daki Türk arkadaşlarımın yattığı yol tariflerini hatırlattı. Arkadaşlarımdan “Exit 10’u al” ifadesini ilk duyduğumda önce şaşırmış sonra da komik bulmuştum. Böyle demelerinin nedeni içinde yaşadıkları kültürün bireylerinden sıklıkla “Take Exit …” şeklinde ifadeler duyuyor olmaları ve bunu Türkçe ifade etmek istediklerinde de Amerikalıların kullandığı dil yapısının etkisi altında kalmaları. Bu gibi yapıları bazen o kadar benimsersiniz ki ana dilinizin konuşulduğu ülkeye döndüğünüzde dahi o yapıları farkında olmadan kullanmaya devam edebilirsiniz.

Gündelik hayatta konuşurken bu gibi durumların olması normal. Sonuçta insanın amacı pratik ve etkili bir şekilde mesajını karşıya iletmek. Eğer taraflar arasında iletişim adına her şey yolundaysa bir sorun yok. Zaten karşınızdakinin anlamayacağını düşünseniz başka türlü ifade edersiniz. Ancak söz konusu çeviri olunca dili kendi kurallarına göre kullanmak durumundasınız. Yani İngilizce dilbilgisi kurallarıyla Türkçe çeviri yaptığınızda kaliteli bir Türkçe çeviri ortaya koymuş olmuyorsunuz denebilir. Belki belli durumlarda bu çok sorun olmayabilir. Ama örneğin İnternet’te yayınlanacak bir metinde bunu yaparsanız sıkıntılı.

Uzun lafın kısası ana dilinizden, ana dilinizin konuşulduğu ülkeden uzun süre uzak kaldığınızda böyle bir sorun yaşamak olası. Türkçe’de bu terime ne diyebiliriz diye düşünürken aklıma ana diline yabancılaşma terimi geldi ama şunu da düşündüm ya hedef diliniz ana diliniz değilse? Acaba terimin kapsamını daraltmamak için hedef dile yabancılaşma diye mi kullanılmalı? Birlikte düşünmek isterseniz yorum yazabilirsiniz. İyi pazarlar!