Günde sekiz saatin üstünde çalışan çevirmenler, sosyal hayatım bitti diyen çevirmenler, uyanık kalmak için kupalarca kahve içip geceyi çeviri yaparak geçiren çevirmenler… Kimi ağır şartlar altında çalışmaktan şikâyetçi değil. Benim de böyle dönemlerim oldu. Çok çalışıyordum, uyumam gereken saatlerde çalışıyordum, sosyal hayatım pek de iyi değildi, aşka, arkadaşlara, aileye ayıracak fazla zamanım yoktu ve şikâyetçi de değildim. Çünkü bu şekilde çalışmayı seviyordum. Bir açıdan bence burada ciddi bir sorun görünmüyor. Çok çalışmama rağmen ciddi bir sağlık sorunum yoktu, galiba halimden şikâyetçi olmamam, hatta bundan keyif almam sağlıklı görünmeyen çalışma koşullarından olumsuz etkilenmemi engelliyordu. O yüzden doktorlar ne der bilemiyorum ama ben bu durumda bir sorun görmüyordum ve bir müddet bu düzene devam ettim.
Sorun yukarıda betimlediğim tarzda bir durumun olması, bu durumdan şikâyetçi olmanız ve bu durumu değiştiremeyeceğinize inanmanız yani “çaresiz olduğunuzu kabullenmeniz” noktasında başlıyor. Yanlış öğrenmediysem insan psikolojisi uzmanları bunu öğrenilmiş çaresizlik olarak adlandırıyor. Yani aslında çaresiz değilsiniz. Durumu değiştirebilirsiniz ama bunu yapamayacağınıza inanıyor ve değişimi başlatacak herhangi bir adım atmıyorsunuz. Çalışma şartlarınızı iyileştirebilirsiniz. Birden olacak bir şey değil ama iyileştirme yolunda adım atabilirsiniz. Uzmanlar hedeflerinizi aşamalara ayırın diyorlar. Mesela aşama aşama günlük çalışma sürenizi kısaltabilirsiniz. Normalde günde 12 saat çalışıyorsanız, her gün ya da her hafta bu süreden 15 dakika kısarak işe başlayabilirsiniz, sonra bir de bakmışsınız siz de günde sekiz saat çalışarak hayatını sürdürebilen birine dönüşmüşsünüz.
Peki, o kadar kolay mı? Hayat zor, para kazanmak kolay değil, kazandığınız paranın alım gücü düşüyor, ekmek aslanın ağzından midesine indi, şikâyet edecek zaman değil. Sorun zaten burada başlıyor bence. Çünkü önce bizim bu durumun olumsuz olduğunu kabullenip değiştirmeye istekli olmamız gerekiyor. Ya durumu kabul ediyoruz ya da değiştirmeye çalışıyoruz. Bu iki seçenekten birini yapmadığımızda ruhumuzda sıkıntılar başlıyor. Çaresiz olduğumuzu ve hayat boyunca bu çaresizliği çekmek, mutsuz olmak zorunda olduğumuza kendimizi inandırıyoruz.
Zorunda mıyız gerçekten? Zorunda değiliz aslında. Yani geceleyip sabaha iş yetiştirmek zorunda değiliz, hiç tatil yapmadan çalışmak zorunda değiliz, üç kuruşa çalışmak zorunda değiliz, müneccim çevirmen olmak zorunda değiliz, bize kötü davranan işverenlerle çalışmak zorunda değiliz… Ancak değişim cesaret, sabır ve emek istiyor. Mesela daha yüksek ücrete çalıştıran işveren yok ki diyorsak, kendimize “Gerçekten yok mu?” diye sormamız lazım. Gerçekten yok mu? Herkes üç kuruşa mı iş yapıyor? Araştıralım ve farkındalık geliştirelim. Piyasada çeviri ücretleri ne durumda? Ben nerede duruyorum? Elimden gelenler neler? Neleri iyi yapıyorum? Bunlara biraz kafa yormak gerekiyor. Evet, zaman gerekiyor, emek gerekiyor. Ama zaman ve emek vermediğimizde değişim de olmuyor. Biraz şuna benzetiyorum, sağlıklı ve sağlam bir vücuda sahip olmak istiyorum. O zaman sağlıklı beslenmem ve spor yapmam lazım. Ama ayıracak vaktim yok. O zaman değişim gerçekleşmiyor. Oysa çaresiz değilim aslında, sadece değişmeyi tercih etmedim.
NOT: Umudumun azaldığı yakın bir zamanda okuduğum bir kitap Bir Milyon Sevgi Dolu Mektup. Hem yazarın hikayesi hem de başlattığı proje umut ve ilham verici. Projeyi incelemek istersiniz: https://onemillionlovelyletters.com/ İngilizce bilmeyenlere Pegasus'tan çıkan çeviriyi tavsiye ederim. Başta kitabın yazarı Jodi Ann Bickley ve çevirmeni Solina Silahlı olmak üzere bu güzel eserin bana ulaşmasında emeği geçen tüm Pegasus Yayıncılık ekibinin emeğine, gönlüne sağlık. Jodi'nin de kanıtladığı gibi umut hep var, çaresiz değiliz!