14 Aralık 2024 Cumartesi

Ey Çeviribilim, Hayatımı Değiştirdin!

İnsanlar hayatınıza boş yere girmiyor. Sizi sevmek ya da size bir şeyler öğretmek için giriyorlar. Bence hayatta insanlarla bizi bir araya getiren iki temel neden bu: sevmek ya da öğrenmek. Öğrenme bazen keyifli bazen de acı yoldan olabiliyor. Aslında acı yoldan olmasına biraz da biz sebep oluyoruz. Tatlılıkla öğrenmeniz gerekenleri öğrenmediğinizde sınav daha zor yoldan gelebiliyor.

Çeviribilimsel yolculuğum esnasında çok değerli insanlardan çok önemli hayat dersleri aldım. Belki de bu yüzden aldığım eğitimi salt mesleki ya da bilimsel olarak göremiyorum. Çeviribilim hem bilimselliğiyle hem de eğitselliğiyle hayatıma işledi. O yüzden diyorum ki çeviribilim hayatımın her yerinde. Bazen hayatı sorgularken, bazen çözülmez sandığım sorunları çözerken ve bazen dönüşmeye çalışırken.

Dün bir dizi izliyordum. Dizideki kanser hastası karakter kendine methiye düzmesi için insanları tatlı sert motive ediyordu. “Bunları öldükten sonra arkamdan söylemenizin ben duymadıktan sonra hiçbir anlamı yok, şimdi burada duymak istiyorum.” gibi sözler söyledi. Ben de aynı fikirdeyim. Sizin ne kadar değerli bir insan olduğunuzu sizin yüzünüze söyleyemeyecek ya da size hayattayken teşekkür edemeyeceksem siz öldükten sonra arkanızdan methiyeler düzüp göz yaşı dökmemin ne anlamı var ki. Tam da bu nedenle kendimce bir takdir kültürü geliştirdim ve her yoldan uygulama yapıyorum ve bana iyi geliyor. Ne çok insanın benim için değerli olduğunu, ne çok insanı sevdiğimi ve onlardan beslendiğimi bana hatırlatıyor. Yalnız değilim!

O zaman başlıyorum. Umarım yaşadığım deneyimleri kıskanır da hayattayken bir yolunu bulur bu insanlarla tanışırsınız. Ve umarım onlar bu satırları okur ve ara sıra kulakları çınladığında kimin onları andığını bilirler.

Ben araştırma görevliliğimi İstanbul Üniversitesi çatısı altında yaşadım. Göreve başladığımda minik, cahil ama öğrenmeye hevesli biriydim. Bir de bizim zamanımızda bilmemek ayıptı. O yüzden öteki araştırma görevlilerine bakıyordum, onlar benim hocam oldu, dersime girdi ya da lisans öğrenciliğim esnasında onlara akıl danıştım. Şimdi ise bana onlara isimleriyle hitap etmemi söylüyorlardı. Aman ya Rabbim, müthiş stres! Nasıl yapayım, hocama ismiyle nasıl hitap ederim? Neyse gel zaman git zaman bir şekilde alıştım. Ve şunu öğrendim. Saygıyı ifade etmenin başka yolları da vardır. Saygı gönülden gelir ve her hareketinize zuhur eder, tek bir söze bağlamamak gerekir. Ama 21 yaşında bunu görmek ve rahatlamak çok kolay değil tabii ki. Bir gün Taner Karakoç bana şöyle dedi: Ama bana hocam dersen rahat çalışamayız ki, artık meslektaşız. Taner Hocamdan öğrendiklerimi sıralamaya kalkışsam bu yazının sınırları yetmez. Ama üzerimde en çok etki bırakan öğretisi incelik konusunda oldu. Onun ağzından duymamış olsam da ben ondan hep şu mesajı aldım: “Do not Raise Your Voice, Improve the Argument” (Sesini Yükseltme, Sözünü Yükselt).

Hayatıma katılan, hayatımı değiştiren, gördüklerimi farklı bir şekilde anlamlandırmama etki eden bir başka özlü sözü ise Sinem Yazıcıoğlu’ndan duydum: “Olur öyle bazen!” Evet bazen öyle olur, yani hayal etmediğiniz gibi, beklemediğiniz gibi ya da istemediğiniz gibi. Buna aşırı tepki vermenin yersiz olduğunu, olanı olduğu gibi kabul etmenin önemini bu sözden çıkardım ben. Olur öyle bazen! Ve ne çok kez kullandım ben de sevdiklerimi sakinleştirirken, ders anlatırken…

Rana Kahraman Duru’nun hayatıma bıraktığı iz ise bir işin çok boyutluluğuna dikkat etmek gerektiği oldu. Sözlü çeviri dersi alıyorduk kendisinden. Hocam derste enteresan, daha önce hiç görmediğim ve dersle doğrudan bağlantısını kuramadığım bir çalışma yaptırıyor. Kendine bir “buddy” (kabin arkadaşı) seçeceksin. Sınıfın boş bir alanına onunla geçeceksin. Sırtın onun yüzüne dönük ve ondan belki iki adım mesafede önünde duracaksın ve ikiniz de hazır olduğunuzda kendini geriye doğru boşluğa bırakacaksın ve onun seni nasıl tutup düşmekten koruduğunu göreceksin. Hımmm, kabin arkadaşlığı demek böyle bir şey! Yani sözlü çeviri duyduğunu çevirmekten ibaret bir iş değil, iş birliği, dayanışma, empati ve daha daha birçok şey demek. Yapanlar dile gelsin, söylesin.

“Saçmalıyorsam düzeltin ama…” diye söz başlayan bir hoca. Olur mu, olur. En azından ben şahit oldum. Sözcüklerin minnetimi ifade etmeye yeterli olmadığı hocam, liderim, mentorum, Betül Parlak Hocam. Bağlantı kurma üstadı, sorgulayan, hep başka bir bakış açısı gösteren ve görünenin arkasındakini keşfetmen gerektiğine davranışlarıyla ikan eden lider ruhlu hocam. İnsan bu kadar çok bilip bu kadar mütevazı olur mu? Olabiliyormuş, umarım biraz olsun kendisine benzeyebilmişimdir. Hocam sizi anlatırken saçmaladıysam ne olur bağışlayın.

Ve bir hoca ki hem davranışları hem de sözleriyle başarıyı bana şöyle özetleyen: hedef koy, disiplinli ol, küçük küçük ama düzenli, kararlı adımlarla çabala. Yıllar geçtikçe hocamı daha iyi anladım ve Atomik Alışkanlıklar kitabını okurken aklın yolunun bir olduğunu bir kere daha gördüm. Kıymetli Mine Yazıcı Hocam bana bu andıklarımı yaparsam hayal ettiğim birçok şeye ulaşabileceğimi ve aynı zamanda teslimiyeti öğretti. “Olmuyorsa bir nedeni vardır Sinem” derdi. Hocam haklıydınız, çabalayınca genelde oluyor ve olmuyorsa sabretmek ve bazen de olmayışı kabullenmek gerekiyor. Ama genelde çabalayınca ve doğru zaman gelince oluyor.

O biraz annemdir, biraz Alev Ablam ve en çok da Alev Hocam. Öğrencilik ve iş hayatımdaki dönüm noktalarında mutlaka adı geçer. Lisans stajım için staj yeri bulamadığımda beni sektörle, Set Systems Çeviri Hizmetleri ile tanıştıran, yüksek lisans yaparken beni dersten izinle çıkarıp araştırma görevlisi kadro ilanının çıktığını müjdeleyip sarılan, YÖK bursu ile ABD’ye giderken döneceğime kefil olarak, tazminat sözleşmesine imza atan… Onun sayesinde sektöre adım attım, onun sayesinde çeviri teknolojileri ile tanıştım, onun sayesinde hayatım değişti. O bana hep ama hep güvendi ve hep “Başaracaksın, eminim” mesajı verdi.

Kıskandınız mı? Kıskanın bence, dünyada böyle güzel insanlar var, böyle güzel insanların (tesadüfen olmasa gerek) bir araya geldiği ana bilim dalları var. Eğer motivasyonunuz, ilginiz ve vaktiniz varsa çeviribilimde yüksek lisans yapın ve nerede yapacağınıza karar verirken bu yazdıklarımı aklınızın bir yerinde tutun. Biraz değişik bu çeviribilimciler. Haddinden fazla tatlı, haddinden fazla iyi ve fedakarlar. Ayşe Nihal Akbulut Hocanın editörlüğünde çıkan Türkiye’de Çeviribilim kitabını okumadıysanız karar verme sürecinize o okumayı da dahil edin, Işın Hocayla, Ayşe Banu Hocayla, Dilek Hocayla, Sakine Hocayla, Turgay Hocayla, Aymil Hocayla tanışın. Ama o da yetmez bence Çeviribilimcilerle tanışma fırsatlarını siz yaratın, belki bir Zoom seminerinde, belki bir konferansta yaklaşıverin yanlarına, okuyuverin yazdıklarını ve onların enerjisinin tadını çıkarın.

Sizden çeviribilimci olur mu? Olur diyorsanız, değişime hazır olun. Çünkü çeviribilim benim hayatımı çok değiştirdi ve iyi ki değiştirdi. İyi ki durduğum yerdeyim, iyi ki yollarım bu değerli insanlarla kesişti. Şükürler olsun! Bu methiye bir başlangıç olsun, devamı gelecek. Sevdiklerimizin onlarla ilgili ne düşündüğümüzü duymak hakkı bence ve teşekkür etmek edene de teşekkürü kabul edene de iyi gelir. Bu yazıyı yazmak bana çok iyi geldi, umarım okumak da size iyi gelmiştir.

6 Aralık 2024 Cuma

Benden çeviribilimci olur mu?

Çeviri eğitimi alan her öğrenci çevirmen olmuyor, olmak zorunda da değil. Çeviri eğitimi bize çokça kariyer kapısı aralıyor. Bu aralanan kapılardan şöyle bir içeri uzanıp “Bir arkadaşa bakıp çıkacağım” demek mümkün olduğu gibi içeride biraz vakit geçirip çıkmak ya da orada uzun uzun kalmak da mümkün. Değişim için hiçbir zaman geç değil.

Ben çeviribilim kapısını araladığımda niyetim bir arkadaşa bakıp çıkmaktı, sonradan kalmaya karar verdim. Lisans eğitimim ve stajım esnasında çeviri piyasasına dair yaptığım kısıtlı gözlemler beni çeviriye ilişkin dert sahibi yaptı ve bilim insanı olmak adına ilk adımı atmış oldum. Yani eğer çevirinin bilimini yapacaksanız çeviri gerçekliğine ilişkin bir miktar gözlem yapmak ve bunlardan bazıları konusunda dertlenmek şart. Neden böyle diyorum? Yüksek lisans mülakatına girdiğimde biraz kendimden, çeviri deneyimimden, hayallerimden bahsetmiştim ki can alıcı soru geldi. Sene 2005 yani bundan 19 sene öncesi. Değerli hocam Prof. Dr. Necdet Neydim halen unutmadığım, o anlamlı soruyu sordu. Sözcükleri birebir hatırlamasam da şuna benzer bir soruydu: “Evladım, senin derdin ne?” Ooo dert bende, dermen nerede? Dermanı bilmem ama dertlenecek yer arıyorsanız bence çeviribilim kapısını bir deneyin, derdinizi dinleyenler olabilir.

Niyetim yüksek lisans yapıp sektördeki yolculuğuna devam etmekti ama pek sevdim bu dert anlatma işini ve kalmaya karar verdim. Hikaye bundan ibaret değil. Dert sahibi olmak yetmiyor, bir de o derdi anlamlandırmak için sorgulayıcı bir yaklaşımınızın olması lazım. Ben “Niye böyle?” diye sormayı sevenlerdenim. Hatta sevgili annem “Sen çok düşünüyorsun, neden, neden. Bu kadar düşünme. Öyle. Beynini çok yoruyorsun, valla biz bu kadar sorgulamıyoruz.” derdi. Bu konuda bazı şüphelerim var. Genlerimi el kapısından almış olamam, beni camii avlusundan almadığınıza göre. Bence bir yerde bu huyum anne babama bağlanıyor olmalı. Yoksa sorgulamayı kimden öğrenmiş olabilirim? Evet, çok sorgulamak bazen yorucu ama bilim yapayım diyorsanız çeviriye dair dertlerinizi sorgulamanız lazım.

Çeviriyi sorgulayanlar bir vakit kural koyucu iken, yani çeviri şöyle olmalı böyle olmalı derken, sonradan betimleyici bir bakış açısı nam salmış ve biz o bakış açısından beslendik. Önce var olanı elinizden geldiğince nesnel bir şekilde betimliyorsunuz, sonra da o gördüğünüz, üzerine düşündüğünüz şeyi açıklamaya çalışıyorsunuz. Neden öyle, ne zaman öyle, ne için öyle, işin içinde kimler ve neler var, bu gördüklerinizden bir genellemeye varılabilir mi? Ve açıklamalarınızdan yola çıkarak geleceğe ilişkin ön görülerde bulunmak mümkün mü? Bu tür sorulara kafa yoruyorsunuz.

Sorduğunuz soruların cevaplarını düşünürken ve bulduğunuz cevapları açıklarken bir bakış açısına ihtiyacınız var. Buna da kuramsal ve kavramsal çerçeve diyoruz. Tamam, bir şeyler gördünüz görmesine ama bu gördüklerinizi anlamlandırmak için gözünüzde bir mercek var. Neticede herkes baktığı şeyden farklı bir anlam çıkarıyor, hepimizin algısı farklı ve o algıyı yönlendiren bir bakma şekli, bir bakış açısı var. O bakış açısının gelişimi için farklı bakış açılarından yani literatürden beslenmeniz lazım. Kim nereden nasıl bakıyor, ne görüyor? Siz nereden, nasıl bakıyorsunuz? Ve bu bakış açısı ister birinden alınmış olsun, ister kendi icadınız olsun oraya varana kadar birilerinin bakış açısından beslenmiş olmanız lazım. Bunu izah etmeniz bekliyor. Bilim kümülatif ilerler.

Bütün bunları yapabilmek içinse meraklı, algısı açık ve sakin bir gözlemci olmanız, sorgulayıcı ve detaylara önem veren bir zihne sahip olmanız, okumaktan ve metin oluşturmaktan keyif almanız ve bunları başarıyla yapmanız lazım. Araştırıyorum ama ötekilerin benim sorduğum sorular hakkında ne düşündüğü ilgilimi çekmiyor diyorsanız çeviribilimci olabilmek için değişmeniz gerekiyor. Ya da yazmak bana çok zor ya da sıkıcı geliyor, metin oluşturmakta pek başarılı değilim diyorsanız yine değişim şart.

Mezuniyete doğru yaklaşırken kariyer seçenekleriniz arasında yüksek lisans yapmak, bilim insanı olmak var ama karar vermekte zorlanıyorsanız soruna bir de benim gözümden bakın istedim. Belki siz de bir arkadaşa bakıp çıkacağım der sonra kalmaya karar verirsiniz. Herkesin bilimsel yolculuğu, hikayesi farklı. O yüzden imkan varsa karar vermeden önce başkalarının hikayelerini dinleyin. Bunun içinse biraz araştırma yapmak ve yakınınızdaki ya da erişebildiğiniz bilim insanlarından hikayelerini ve/veya sizinle ilgili görüşlerini dinlemek soruyu cevaplamada iyi bir başlangıç adımı olabilir.

Not: YouTube’da Anthony Pym tarafından dünya çapında tanınmış çeşitli çeviribilimcilerle yapılmış röportajlar var. Belki izlemeniz size faydalı olur. Ben Nord’un röportajını çok sevmiştim. Bağlantısı https://www.youtube.com/watch?v=lhzgOzkJ1sw&ab_channel=AnthonyPym. Bir de Ayşe Nihal Akbulut’un hazırladığı Türkiye’de Çeviribilim kitabı var ki bu kitapta Türkiye’de çeviribilimin kuruluşunda çok değerli roller üstlenmiş çok kıymetli çeviribilimcilerin röportajları var. Okumanızı tavsiye ederim.

3 Ekim 2023 Salı

Ama bir dene!

 Hayat önümüze bolca seçenek çıkaran bir yolculuk. Ve bu yolculukta seçimlerimizi yaparken bazen denemekten kaçınıyoruz önümüze konan yemekleri. Aslında belki de çocuklarımıza kazandırmamız gereken önemli alışkanlıklardan bir tanesi denemeden karar vermemek.

Denemeler, denemeler, denemeler… Bazısı keyif verici bazısı üzücü ve hayatın içinde keyif almak kadar üzülmek de var. Değerli bir dostumun dediği gibi denge karşıtlıklardan doğar. Sürekli bir keyif alma beklentisi içerisindeyseniz dengede değilsiniz demektir. Ya da üzüntüyü görmeden keyfin ne olduğunu nasıl bileceksiniz? Çünkü karşıtlıklar dünyasında bir şeyi karşıtıyla kıyaslayarak algılıyoruz. Beyazı siyaha olan benzerliği ve ondan farklılığıyla algıladığınız gibi.

Oğlumu büyütme yolculuğumda sıkça ağzımdan çıkan cümlelerden biri şu oldu: Ama bir dene. Çünkü denemeden bilemiyoruz. Bir başkasının deneyimi bizim deneyimizin yerini almıyor. Benim bir yemekten, bir oyundan, bir insandan aldığım keyifle seninki aynı olamaz. O zaman benim fikrim ne olursa olsun senin bu deneyimi bizzat yaşaman lazım bir karar verebilmek için. Beğendin mi, beğenmedin mi?

Çeviri eğitiminde de sıkça şunu söylüyorum öğrenme yolculuğumda bana eşlik eden arkadaşlarıma, öğrencilere: Bir dene. Çeviri işletmesinde çalışmak istemiyorum çünkü onlar hakkında …. diyorlar. Kim ne derse desin eğer tabağına bu konduysa bir dene, belki de çok keyif alacaksın bu deneyimden. Hele ki denemek istiyor ama korkuyorsan, çekiniyorsan tam da üstüne gitmen gereken noktadasın. Denemeden bilemezsin. Öğretmen derste anlatıyor. Arkadaşlar bugünün dünyası iş birliği üzerine kurulu. Rekabetin yerini iş birliği aldı ve etrafımız sayısız iş birliği örnekleriyle dolu. Instagram profilleri, düetler, ortak yazarlı yayınlar, çeviri projeleri, bilimsel projeler, ekip çalışmasına dayalı sanat ürünleri ve daha pek çoğu bize hep aynı şeyi söylüyor: Ekip çalışması sinerji yaratır ve bu sinerji bireysel çalışmadan daha verimlidir. O zaman denemek lazım mı? Tabağımıza konan bu yemeğe bir şans vermek lazım. Belki de severiz, belki az belki çok. Ve mutlaka bu deneyimden bir şeyler öğrenirsin, kendini tanırsın. Korkuyorum ve istemiyorum. Ben de oğluma dediğim gibi “Ama bir dene” diyorum çünkü denemeden bilemezsin.

Artık daha iyi biliyorum ki hayat sizin tabağınıza o yemeği koyduysa o yemek denenecek. Denemezseniz çok şey kaçıracaksınız, emin olun. Ve o yemek bir daha konacak önünüze, sizin direnciniz kırılana ve siz esneyene kadar. O zaman hayatın şarkısına bir kulak vermek lazım. Ne demeye geldin demek lazım karşınıza çıkana? Çünkü hayatta her şeyin bir nedeni vardır.

24 Ocak 2023 Salı

Çeviri Eğitiminde Değerli Bir Eğitsel Araç: Biçem Kılavuzu

Günümüzde çeviri projelerinin ekiple yapılan bir iş oluşu bir yanda sevindirici bir gelişme. Eskiden yaptığımız dört duvar arasında tek başına çalışan asosyal çevirmen betimlemesi yerini ekip üyeleriyle iletişim halinde çalışan çevirmene bıraktı. Çevirmenler çok çeşitli teknolojik uygulamalarla birbirleriyle iletişim halindeler. Anlık mesajlaşma yazılımları, e-posta yazılımları, sosyal medya ve bulut tabanlı sistemlerin mesajlaşma araçları bunlardan ilk akla gelenler. Bir yanda böyle bir poztif tablo varken diğer tarafta da kaygılar baş gösteriyor. Acaba ekip üyeleri nazikçe veya gereken sıklıkla birbirleriyle iletişim kuracaklar mı, kendilerine gönderilen iletilere vaktinde cevap verecekler mi ve çevirinin kalitesi nasıl olacak? Sonuncu benim bu yazıda işlemek istediğim konu.

Bir kaynak metni bir kişiye çeviriye gönderdiğinizde bile iç tutarsızlıkla veya cümleler/paragraflar arasında kopukluk sorunuyla karşılaşabiliyorsunuz. En deneyimli, en başarılı çevirmenin elinden çıkan çeviride bile bunlar olabiliyor. Peki ya birden fazla çevirmen aynı metni çevirdiğinde neler olur? İşte proje yönetimiyle öğrendiğimiz risk yönetimine geçtiğimizde ekibin başındaki proje yöneticisinin risk tespiti yaparken yüzleşmesi gereken risklerden bazıları tutarsızlık, bağdaşıklık, müşteri beklentisine cevap vermeme. Bu içsel risklere sırtınızı dönmeniz mümkün değil ve hemen her projede karşınıza çıkabilecek riskler. Peki bu risklere karşı nasıl bir önlem alınabilir? Hemen aklıma gelen önlemlerden biri artık hemen herkesin kullanmasa bile ne olduğunu öğrendiği çeviri bellekleri. Ekip üyeleri bulut bir platformda aynı çeviri belleğiyle çeviri yaptıklarında bu riskleri ortadan kaldıramasalar da olumsuz yükünü epeyce hafifletiyorlar. Peki başka neler var? Koşut ya da referans metinler, terimce ya da terim bankası ve biçem kılavuzları.

Biçem kılavuzu yerine stil kılavuzu, biçim kılavuzu, style sheet diyenler de var. Hepsi aynı anlama geliyor. Kısaca tanımlayacak olursak hedef metinde dilsel ve görsel tutarlılığı sağlamak ve müşteri beklentisine uygun çeviri yapmak amacıyla hazırlanan kılavuz diyebiliriz. Biçem kılavuzu bilinçli çevirmenin hoşuna giden bir referans metin. Çünkü müşterinin beklentisine uygun, kaliteli çeviri yapmayı kolaylaştırıyor.

Bugün çeviri işletmeleri müşterilerini biçem kılavuzunun önemi konusunda bilgilendirmeye ve biçem kılavuzunu da sipariş paketine ekletmeye ikna etmeye çalışıyorlar. Hazırlanan kılavuz proje kapanışında proje paketine eklenip teslim ediliyor, karşılığında da ücret alınıyor. Aynı müşteriye tekrar iş yaptığınızda müşteri biçem kılavuzunu proje paketiyle birlikte sunuyor ve proje akarken gerektikçe kılavuz güncelleniyor ve yine proje kapanışında güncellenmiş kılavuz müşteriye teslim ediliyor.

Peki bu araç bu kadar önemliyken, biz eğitimciler onu eğitim materyali olarak kullanmayı düşünüyor muyuz? Henüz araştırmasını yapmadım ama pek yakında üniversite hocalarımıza derslerinizde biçem kılavuzu kullanıyor musunuz diye soracağım. Farklı ders uygulamalarının mutlaka yazılıp paylaşılması gerektiğine inanan bir araştırmacı olarak konuyla ilgili bir makale yazma sürecindeyim. Burada akademik söyleme dalıp uzun uzun anlatmayım ama henüz okumadıysanız Washbourne’nün (2012) “Translation style guides in translator training: Considerations for task design” başlıklı makalesini okumanızı tavsiye ederim. Konuyla ilgili olarak 15 Mayıs 2022’de IV. Uluslararası Rumeli (Dil, Edebiyat ve Çeviri) Sempozyumunda bir bildiri sundum. Burada bildirimden alıntı yaparak şunları söylemek istiyorum, bence biçem kılavuzu uygulamalarının farklı derslerin içine entegre edilerek tüm programa yayılması düşünülmeli. Peki nasıl?

1-    Bölümlerde yapılan çeviri amaçlı metin çözümlemesi uygulamalarına biçem kılavuzu eklenebiliir. Kılavuz çözümlenebilir.

2-   Çeviri uygulaması derslerinde kılavuza göre çeviri yapma, düzeltme ve kılavuzu iyileştirme, güncelleme uygulamaları yapılabilir.

3-    Sıfırdan biçem kılavuzu hazırlama uygulaması yapılabilir.

4-    Terim konulu derslerde kılavuzlarda yer alan terimce ve yasaklı terimler listeleri incelenebilir. Kılavuzda böyle bir liste yoksa sıfırdan hazırlama uygulaması yapılabilir.

Küçük adımlarla öğrencilerin hem işlevsel çeviriler yapma becerisi iyileştirilebilir hem de piyasa şartlarına uygun çeviri yapma deneyimi artırılabilir. Biçem kılavuzu kullanamaya alışkın bir öğrenci hem daha fazla özgüvenle çalışacak hem de iş hayatına atıldığında daha bilinçli bir başlangıç yapacaktır. Ayrıca çalıştığı işletmede biçem kılavuzu tanınmıyorsa onları da bilinçlendirip sektöre iyi bir örnek olabilir. 

Bu yazının genişletilmiş akademik versiyonunu okumak isterseniz lütfen tıklayın: https://ijlet.com/?mod=makale_tr_ozet&makale_id=66877

24 Mart 2022 Perşembe

Çeviri nasıl öğrenilir?


Bilim biraz da ütopyadır. Turgay Hocamın aklıma attığı cümlelerden biri de buydu. Ne demek peki bilimin ütopya olması? Bence şöyle bir şey. Bilim yapan insan (ki bu insanın mutlaka formel bir eğitim almış olması veya belirli bir kurumsal kimliğinin olması gerekmiyor. Bilim insanı olmak için en mütevazı koşul bence bilime kafa yoran meraklı bir zihne sahip olmak.) biraz henüz gerçekleşmemiş olanın ve belki de asla gerçekleşmemiş olanın hayaline kafa yorar. Acaba daha ideal bir dünya yaratmada neler yapılabilir? Acaba dünyanın evrimine hizmet etmek adına insanlık için küçük kendim için büyük olan o adım ne olabilir?

Bugünlerde ütopya yapmak adına benim kafamı meşgul eden soru şu: Bugünün pandemik dünyasında, yeni normalde öğrenmek nasıl bir şey? Geçen sabah da Uğur Hocam bu soruya tekrar kafa yormama vesile oldu. Şöyle dedi ya da ben şöyle anladım: Ya Sinem bu çocukların dil becerilerini geliştirmeleri için başka hangi yöntemlere başvurabiliriz? Üzerinde çok da uzun düşünmeden dilimden şu sözcükler dökülüverdi: Ya hocam, çocuklar nasıl öğrenmekten keyif alıyorlarsa o yöntemi denesinler ve bu yöntem her bireyin kendine göre. Yani her öğrenme kendine özgü, bireyin şahsına münhasır (Buradan şahsına münhasır Eralp Hocama da selam gönderiyorum.). Bugünün dünyasında her şeyin özgünlüğünden, kendine özgülüğünden bahsediyorsak her öğrenme süreci de kendine has.

Peki bir çerçeve yok mu? Yani bir sonsuzluğun içinde miyiz? Hem öyle hem öyle değil. Sonsuz öğrenme potansiyelleri ile donatılmış olarak dünyaya geliyoruz. Ve galiba dünyaya geliş amacımız o sonsuzluğun içinde şu ana kadar bildiklerimizden yola çıkarak yani önce bilinenleri araştırıp bildiklerimizden yola çıkarak yeni bağlantılar kurmak ve öğrenme yolları keşfetmek. Çünkü insan sınır tanımayan bir varlık. Belirli bir çerçeve içine hapsedemiyorsunuz. Hem rutini, çerçeveleri, alışkanlıkları seviyor. Çünkü konfor alanımızda güvenli limandayız hem de o güvenli liman bir süre sonra bize sıkıcı gelmeye başlıyor ve o limanın ya sınırlarını genişletmek, onu dönüştürmek ya da o limandan ayrılıp yeni öğrenme potansiyellerine yelken açmak istiyoruz. Yaratmak istiyoruz! Ve bu yarattıklarımız da birbirimizin parmak izindeki küçük farklılıklar kadar birbirinden farklı. Kim bilir belki de bu yüzden şeytan ayrıntıda saklıdır demişler. J

Öğretim üyesi olarak üniversitede belirli bir müfredat çerçevesinde öğrencilerimin çeviriyi öğrenmelerine katkı sağlamaya çalışıyorum. Bir yandan öğrencilerin kaybolmuşluklarını görüyorum. Bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama bir yandan da öyle başka dünyaların insanları gibiyiz ki. Tam bu arkadaşların bir şey öğrenmeye niyeti yok derken onlar aslında öyle olmadıklarını gösteren davranışlar sergiliyorlar. Bir türlü senkron olamıyoruz.

Sonra kendime bakıyorum. Acaba diyorum benzer süreçlerden geçiyor olabilir miyiz ve benim için sorun teşkil etmeyen bu süreç formel eğitim almakla yükümlü olan onlar için bir sorun teşkil ediyor olabilir mi? Çünkü ben öğrenme yolculuğuma kendi hızımda kendi meraklarım doğrultusunda ve müfredatımı kendim belirleyerek, yöntemimi kendim şekillendirerek devam ediyorum. Yani I am an empowered student. Neyi nasıl öğrenmek istersem öyle öğreniyorum. (Mesela dans etmeyi ilk önce adım çalışarak başlamadım.) Yani dünya acaba herkesin tamamen kendi hızında, kendi hedefleriyle, kendi başına öğrenen bireylerin dünyasına dönüşüyor olabilir mi? Öğrenmeden yoksun bir hayat tasavvur etmek bence mümkün değil. Çünkü dünya döndükçe dönüşüyor. Bu dönüşüme ayak uydurmak için yeni beceriler geliştirmek yeni bilgilerle donanmak zorundayız. Ve bence başka türlü de hayattan keyif alamıyoruz. Öğrenmediğimizde ve yaratmadığımızda sürekli rutinlerle yola devam ettiğimizde ruhumuz ölüyor. (Ölmüşüm de ağlayanım yokmuş durumu.) Ama bu süreç biraz bizim bugüne dek alışkın olduğumuzdan farklı bir sürece dönüşüyor gibi.

Öncelikle bence keyifle öğrenme diye bir kavram var. Bence en etkili öğrenenler keyifle öğrenenler. Keyif öğrenenin merkezinden bakarak analiz edebildiğiniz bir şey ve herkesin keyif anlayışı farklı. Ve bireylerin keyif beklentilerine sanki formel eğitimle cevap vermek pek mümkün değil gibi. Çabuk sıkılan bir jenerasyonla karşı karşıyayız ve gençler hemen pes ediyor ya da hemen sıkılıyor demek de mümkün ama madalyonun diğer yüzünde de şu da olabilir mi: Acaba biz de geçmişte sıkılıyorduk ama kendimizi ifade etmiyor muyduk? Çünkü öğretmen en doğrusunu biliyordu ve öğretmenin çizdiği yoldan saptığımızda strese giriyorduk. Öğrenme sürecimizde ipler daha çok öğretmenin elindeydi. Şimdi ise öğrencinin elini güçlendiren bir sistem yaratma yolundayız. Ve öğrenci beklentisine cevap bulamadığında daha açık bir şekilde bilgi ile yaşadığı karşılaşmada hissettiklerini ve düşündüklerini daha açık bir şekilde ifade ediyor. Umduğunu bulamadığında derse gelmeyerek, gelse de katılmayarak tepkisini ifade ediyor. Bilgi kaynakları arttı, bilginin kaynağı olma konusunda öğretim üyesinin gücü giderek azalıyor. Bizler de sahip olduğumuz bilgileri daha fazla yazıya geçirerek ya da videolarla, ses kayıtlarıyla kayıt altına alarak kolektif bellek arşivini daha da zenginleştiriyoruz. Bu durumda internet ciddi bir eyleyen rolü görüyor. Öğrenci de bir anlamda şu mesajı veriyor gibi: Kaynaklar elimin altında hazır nazır olsa ve ben bu kaynaklardan istediğim şekilde besleniyorum. Siz bana bu süreçte sadece kolaylaştırıcı olun. Bana öğretmeyin çünkü ben kendi kendine öğrenebilen bir varlığım. Ve benim kendine has bir beynim var, benim beynimin nasıl öğrendiğini en iyi ben bilebilirim. O zaman acaba beynimizi tanımaya mı yönelmek lazım?

Tek bir soru: Çocuğunuz kaşık tutmayı nasıl öğrendi?

14 Şubat 2022 Pazartesi

Bir Canlı Yayının Ardından: Gençlerin Yabancı Dil Bölümü Tercihleri

Dün akşam Instagram hesabım üzerinden İngilizce Öğretmeni arkadaşım Tutku Önder ile bir canlı yayın gerçekleştirdik. Tutku Çorum Anadolu Lisesinden arkadaşım. Aynı sıralarda oturduk, öğrendik, aynı sokaklarda yürüdük, eğlendik, birlikte güldük, eğlendik. Özetle çokça zaman geçirdik ve geçmişi anarken onu hep güzelliklerle hatırlarım.

Tutku çok vefalı bir dostum ve aynı zamanda çok emektar bir öğretmen. Çorum Mehmehçik Anadolu Lisesinde çalışıyor. Öğrencilerinin geleceğe ilişkin tercihlerini kendine dert edinmiş bir eğitimci. Onların kendisiyle benzer yollardan geçerken daha geniş bir vizyonla yol almasını ve onun yaptığı hataları yapmamasını çok önemsiyor. Erasmus programı kapsamında çok güzel projelere imza atmış ve bence Çorum’un gururu eğitmenler arasında ön sıralarda yer alıyor. İyi ki var böyle değerler ve iyi ki Türkiye’deki tüm olumsuzluklara rağmen gençlere umut olmaya ve onları desteklemeye devam ediyorlar.

Tutku’yla canlı yayınımızda öğrencilerin geleceğe ilişkin kaygılarını konuşurken galiba hayat tekerrürden ibaret dedim. Dünya değişse de dertler aynı kalıyor. Gençler garanti bir mesleğe sahip olmak, özgür olmak, az yorulmak ama çok kazanmak ve hayattan keyif almak istiyorlar. Öyle iyi anlıyorum ki. Yaşamımızdaki tüm olumsuzluklara rağmen mücadele etmeye devam ediyorlar ve bu hepimiz için gerçekten çok umut verici.

Peki, hangi yoldan gitmeli? Yabancı dil üzerine bir bölümde okuyacaklarsa öğretmenlik mi yazmalı, mütercim-tercümanlık mı, dilbilim mi, dil edebiyat mı, kültür çalışmaları mı? Peki, hangisine puanımız yetecek? Sınav günü her şey yolunda gidecek mi, sınava konsantre olabilecekler mi, sağlıkları yerinde olacak mı, şansları yaver gidecek mi? Sadece bu kaygı verici sorulara odaklanmak ve kendimizi geleceğe dair stresle boğuşurken bulmak mümkün. Bu tür kaygı ve korkuları hiç eleştirmiyorum, yargılamıyorum ve elimden geldiğince empatiyle yaklaşmaya çalışıyorum.

Peki, tüm bu sorulara verilebilecek kısa bir cevap var mı? Bence var. İnanç çok önemli çünkü inandıklarımı yaşıyoruz, inandıklarımızı çekiyoruz hayatımıza. Adeta inançlarımızla iç dünyamızdan evrene davetiyeler yolluyoruz. Bu yüzden kendimizi nasıl gördüğümüz ve hayattan ne beklediğimiz çok önemli. Ne bekleyebiliriz peki? Ne kadarını istemeye hakkımız var? Hep dile getiriyorum. Hayatla işbirliği yapın. Evren, hayat sizin aleyhinize değil lehinize bir düzen sunuyor. İsteklerimiz, beklentilerimiz ve umutlarımızla şimdiyi ve geleceği ya da belki de en doğrusu anı yaratıyoruz. Bunun için ne istediğimize, ne beklediğimize ve ne için umut beslediğimize zaman ayırmak çok önemli. Bazen hayat koşturmacası içinde ders dinlemeye, ödev yapmaya, sınavlara hazırlanmaya, satın alacağımız kitapları araştırmaya çokça zaman ayırıyoruz ama “Ben hayattan ne bekliyorum?” sorusu üzerinde yeterince durmuyoruz. Hâlbuki hayata dair planlar yapmadan, aksiyon almadan önce ne yaşamak, neyi deneyimlemek istediğimize odaklanmak, cevaplara ulaşmak ve bu cevapları beynimize net bir şekilde kodlamak çok çok önemli. Çünkü bu kodlar planlarımızı ve adımlarımızı biçimlendiriyor.

Peki, bunları yaptıysak kesinlikle istediğimiz hedefe ulaşacak mıyız? Hedef garanti mi? Değil. Bazen hedeflere tam istediğimiz zamanda ulaşırız, bazen biraz gecikmeli ulaşırız, bazen de hedefe varamayız. Burada durup hatırlamak gereken önemli bir kavram var, o da teslimiyet. Yani istedim ama olmadı. E o zaman da belki hayatın sizin için bir bildiği, sizin gözünüzden kaçırdığınız ve artık almanız gereken bir ders vardır. Yani bence evren, hayat sizi cezalandırmaz. Sadece bazen keyifle öğreniriz, bazen de acıyla. İkisi hayatın olmazsa olmazı, tuzu biberi. Acı olmadan keyfi, keyif olmadan acıyı kavrayamıyoruz. Karşıtlıklar ve ikilikler dünyasında yaşıyoruz. Biri olmadan diğeri, diğeri olmadan biri hayat bulamıyor. O zaman hem keyfe hem acıya kucak açmak ve her ikisini sunan deneyimlerimize de merakla bakmak lazım. O zaman bir kez daha aynı soruyu soralım: Öğretmenlik mi yazmalı, mütercim-tercümanlık mı, dilbilim mi, dil edebiyat mı, kültür çalışmaları mı? Bilmem J Sen hangisini deneyimlemek istersin genç arkadaşım? Bu kararı ancak sen verebilirsin? Biz eğitimcilere düşense senin bu kararı alma, tercihini yapma yolculuğunda sana rehberlik etmek. Unutma! Hayat senin, karar senin, bilgelik sende! Biz senin bilgeliğine birazcık katkıda bulunmak için hayatına giren rehberleriz. Hiçbir karşılaşma nedensiz değil. Eğer canlı yayında karşılaştıysak, yani gelip bizi dinlediysen mutlaka bir nedeni var. Sor kendine, acaba neden o akşam o ekranın karşısında bizi dinledin. Merakla bak bakalım, neler gelecek aklına?

Instagram kullanıcı adım: sinemcanm





22 Aralık 2021 Çarşamba

Özür Dilemek Üzerine

 "Belki de artık yazmam gerekiyordur" dedim ve parmaklarımın klavyenin tuşları üzerinde akmasına izin verdim. Şimdi yazacaklarım son zamanlarda yaşadığım benzer deneyimler ve bu deneyimler karşısında yaşadığım rahatsızlıkla alakalı.

Uzun zamandır etkili iletişime kafa yoran bir birey, araştırmacı ve öğretmenim. Hem bireysel olarak kendi deneyimime dışarıdan bakmaya çalışıyorum ki bununla amacım kendi iletişim becerilerimi iyileştirmek. Çünkü yaşam boyu öğrenme felsefesine inanan biri olarak hep bir miktar ham kaldığımı ve ölene dek pişeceğime inanıyorum. Aslında en mükemmel halimiz şu anki halimiz. O halde kendimizi geliştirmeye ne gerek var gibi düşünebilirsiniz. Buradaki bakış açısının arkasında şu mesajın olduğuna inanıyorum. Evet iyisin Sinem, kendine işkence yapma, yani hata yaptığında kendini bağışla, hata yapıyor olman yetersiz olduğun anlamına gelmiyor. Hata yapıyor olmam insan olduğumun bir göstergesi. Ancak hatalarda özşefkati hatırlayıp kendime “Olur öyle bazen” demek, deneyimlerime dışarıdan bakmak ve gelecek deneyimler için daha iyi bir versiyonumuzu yaratmaya çabalamak olsa gerek hayat yolculuğumun temel gayesi. Bir ben var benden içeri ve o ben şimdiki benin daha gelişmiş bir versiyonu olarak açığa çıkabilir mi?

Deneyimime gelecek olursam, konu özür dilemekle alakalı. İş yerlerinde ve özel hayatımdaki karşılaşmalarımda zaman zaman çatışmalar yaşıyorum. Çatışma karşısında durup bekleyen, eli kolu bağlı duran bir birey değilim. Çatışmalarda iletişimi elden bırakmamanın ve bunu yaparken de elden geldiğince iyi niyet ve empatiyle, çözüm odaklı yaklaşmanın önemine inanıyorum.

Şu an bu satırları yazdığım zincir kahve dükkanında kasadaki görevli benden fazla ödeme aldı. Bu ödemeyi kartımdan çekti. Görevlinin hatasını fark ettim ve sakinlikle kendisine ifade ettim. Hata yapmadığını, benim hata yaptığım tepkisini verdi. Hayır dedim, belki sesim yeterince çıkmamıştır, ondan yanlış duymuş olabilirsiniz dedim ve bu esnada elim gayri ihtiyari maskeme kaydı, maskemi indirdim. Çünkü bilinçaltımda muhtemel kodlama şu: Maske sesimi engelliyor. Öyle değil aslında otomatik davranış olarak insanlar beni duymadığında sesimi yükseltirken elim maskeye gidiyor. Hele bugünlerdeki ses kısıklığım beni epey strese sokuyor. Neyse bunu not aldım, kodlamamı değiştirmeye çalışacağım. Maskenizi takın lütfen dedi. Tamam, takıyorum, dedim ve taktım. Bir şeyler söyledi ve bir sonraki müşteriyle ilgilenmeye geçti. Sorunum çözülecek mi çözülmeyecek mi belirsiz kahve dağıtım barına doğru ilerledim ve o esnada fazla ödeme nakit para olarak tarafıma iletildi.  Şimdi burada hem kendimi hem onu eleştiriyorum ve şu sonuçlara varıyorum.

Kendimle ilgili:

1-Maskeni kalabalık ortamlarda iletişim halindeyken indirme, hele bireyler arasındaki mesafe az olduğunda daha da özenli davran Sinem.

2-Daha yavaş konuşabilirsin. Öfkeli de olsan daha yavaş ve daha alçak sesle konuş çünkü insanlar kendilerine bağırdığımı ve saygısızlık ettiğimi düşünebiliyor. Karşı tarafın algısını yönetemem ama kendime ders çıkarabilirim. Yani sorarım kendime “Bunun yerine neyi deneyimlemek istersin?” Daha sakin ve yavaş konuşmayı deneyimlemek isterim.

Karşı tarafla ilgili:

1-Hata yaptığın için özür dileyebilirsin. Çünkü hatalı olan sensin, mağdur olan benim ve ben müşteriyim. Yani beni kaybetme bence.

2-Maskemi takmamı daha nazik ifade edebilirsin. “Maskenizi takın” bir emir cümlesidir. Bu cümleyi net ve kararlı olmak için kullanabilirsiniz fakat ses tonunuz ve beden dilinizle ve cümleye “lütfen” sözcüğünü ekleyerek daha nazik ifade edebilirsin. Aynı cümlede hem kararlı hem de nazik olmak mümkün.

3-Beni ayakta bekletip ne yapacağımı bilmez halde bırakmak yerine beni yönlendirebilirsin. Bir müddet şurada bekleyin çözeceğiz, diyerek beni rahatlatabilirsin. Bu sayede ben de senin anlık çaresizliğini görmem. Hem yetersizim izlenimi vermemiş olursun hem de daha sakin çalışmak için kendine alan açabilirsin. Çünkü insanlar çalışırken izlendiklerinde, hele ki hatalarını düzeltmeye çalışırken izlendiklerinde ister istemez strese girerler. Strese girmemek için çözüm üretme konusunda deneyimli olmak gerekir ki görevlinin yaşını ve yüz ifadesini dikkate aldığımda çok sakin kaldığı izlenimini alamadım.

Şiddetsiz iletişim felsefesi bize insanlarla ilgili deneyimlerimizi ben diliyle anlatmamızı söylüyor. Yani sen rahatsız etmedin, ben rahatsız oldum; sen kırmadın, ben kırıldım. Benceler, bana öyle geliyor kiler var bu dilde. Çünkü benim düşüncem benim bakış açımın eseri. Gerçekleri değil benim gözümden görünenleri benim akıl süzgecimden geçirip kendime has dilimle ifade ediyorum. Bu dil bizi suçlayan bireyden kendi düşüncesini, duygusunu ifade eden bireye dönüştürüyor. Böylece yanlış anlaşılmalara, iletişim kopukluklarına alan bırakıyor ve bizi mükemmeliyetten kurtarıyor. En mükemmel halim şimdiki halim ama kendi standartlarımın, kendi sistemimin mükemmeliyim ve ulaşmam gereken evrensel bir mükemmeliyet ya da bir başkasının mükemmeliyeti yok. O zaman nasıl bir ben olmak istediğime de ben karar veriyorum. Ve belki de daha iyi bir dünya için işbirliği yapıp birbirimizi dinleyip, anlamaya çalışıp, hata yaptığımızda özür dileyebiliriz.

Not: Görevliye iki kez hatırlattıktan sonra müdürle görüşmeyi ve sakinlikle derdimi anlatmayı başardım. O da sakince beni dinledi, özür diledi ve sorunun nedenini (personelin sağlık sorunlarına bağlı motivasyon kaybı ve yorgunluğu) ve bana su ikram etti. Bence bu tür paylaşımlar çok önemli. İletişim önemli. Bir de sağlığınızı düşünüyorsanız (mesela boğaz çakranızla bağlantılı organlarınızın iyiliğini) o zaman içinize atmayın ve kendinizi ifade edin.